Köyler, insanlığın kök saldığı, doğayla uyum içinde yaşamın yeşerdiği son kalelerdir. Toprakla insanın arasındaki en saf bağ köylerde kurulmuştur. Ancak bugün bu kaleler birer birer düşüyor.
Köylerden kentlere doğru süregelen yoğun göç, sadece nüfus hareketi değil, aynı zamanda kültürel bir çöküştür. Şehirlerin büyümesiyle köyler küçülüyor, üretim azalıyor, gelenekler unutuluyor. En acısı da, köyün hafızası olan yerli halkın yavaş yavaş köylerden çekilmesidir.
Son yıllarda şehirden gelip köylere yerleşen bazı “yeni sakinler”, beraberinde doğaya ve topluma yabancı bir yaşam tarzı getiriyor. Bu durum, köyün ruhunu zenginleştirmekten çok, onu içeriden sarsan bir dinamite dönüşüyor.
Köyleri yaşatmak, sadece bir nostalji meselesi değil, insanlığın geleceğini koruma meselesidir. Çünkü son köy ortadan kalktığında, insanlık en fazla 15 yıl daha yaşar. Gidişat maalesef bunu gösteriyor.
Bu yüzden devletin, yerel yönetimlerin ve toplumun öncelikli görevi; köy halkını köyde tutacak projeler geliştirmek, üretimi desteklemek, gençlere umut verecek bir kırsal gelecek inşa etmektir.
Köyleri yaşatmak, insanlığı yaşatmaktır.








