Ben pek geriye bakmayı sevmem, gelecek için hep Ümitkar olmuşum. Ancak bu gün kabul edilen ve empirik olarak yaptığım deneylerle insan oğluna bir vadi dolusu altın versende yine daha fazlasını ister.
Benim çocukluğumun geçtiği zamanlarda insanlar böyle değildi mesela.
Biz çocukken uzun kış gecelerinde büyüklerimizin etrafında toplanır onların anlattıklarını dinler ders alırdık. Büyük, küçük , sevgi, saygı gibi kavramlar hayatın tam merkezinde yer alırdı.
Evin odası akşamları şölen yeri gibiydi. Büyük baba, büyük anne, amca, hala, dayı, yeğen, kardeş ve hizmetçi vede komşular, bu gün bir şehrin stadyumuna sığmayan bu kavim kardaş, o gün nasıl sığıyordu o küçük köy odasına.
Ortaçağ simyacılardan, Helenistik döneme, oradanda Rönesansın ne olduğunu ilk onlardan öğrendik. Daha okula gitmeden.
Şirin enişte o kadar hikayeyi nasıl uydurup anlatıyordu. İlkokul bile okumamasına rağmen. İnkalar’ın Medeniyetini öve öve bitiremeyen Orhan amcam, onların parayı yemek, barınmak için kazandıklarını bunun dışında paraya önem vermediklerini, altınların ise onların gözünde ehemmiyetlerinin olmadığını nerde biliyordu?
Dedem Şükrü Selahattin’i Eyübü nün İç Ermenistan ‘da ki Revan kentinde yaşayan bir Celali aşiretinin koluna mensup olduğunu nerde biliyordu? Kudüs fethini anlatırken bu kadar heyecanlamasının nedeni neydi? Siret- i Nebi kitabını bu kadar güzel nasıl okuyabiliyor du?
Halaçlar akşamları köy odalarında keçe yaparken bir yandada Dengbej Şevki amcanın klamlarını dinlerdik.
Sosyal hayat zirvelerde dolaşıyor, para sadece yemek ve barınmak için gerekliydi İnkalılardan olduğu gibi. Fukaralık vardı ama kimse şikayetçi değildi halinde. İmece vardı. İnsanlar mutluydu. Avuç dolusu gülerdik hemen hemen her gün.
Bu gün insanların yüzde kaçı kaç günde bir gülebiliyor bir bileniniz varmı? Yolda yürüyen kaç kişinin yüzünde mutluluk ifadesi var? Kaç kişi parada neymiş önce insan, önce sevgi, saygı vede sağlık ve mutluluk diyebiliyor?
Şairin dediği gibi, “ onlar topraktan öğrenip, kitspsız bilendir.
Bayburt’lu Zihni gibi gülen,
Hoca Nasrettin gibi ağlayandır. “
Ve yine bir başka şairimiz, “ o güzel adamlar o güzel atlara binip gittiler.
Demir’in tuncuna, insanın piçine kaldık”
Mehmet Doğu Avşar