'Falan inanma ama falsızda kalma' diyenlerden biri olarak uğurlu günüm olarak saydığım Salı günü uyanır, uyanmaz kahvaltı yapmadan başına geçtiğim bilgisayarın ekranında dolaşırken www.facebook.com karşıma ilk çıkan yazıyı okuyordum.
Hala bire bir tanışamasakta sanaldaki dostlarımdan baba dostlarından olan Turgut Sarıçam'ın 'Kısa bir Ardahan öyküsü' başlıklı yazısını okurken dün gece yaptığım ANASI TELEF OLAN ANNENİN KARNINDAN DANASI SAĞ ÇIKTI!.. haberimi hatırlıyor hem gülümsüyor, hem de üzülüyordum.
Gülümsemenin nedeni Turgut abinin babası gibi rahmetli olan babamın bizlere birer miras olarak bıraktığı o ünlü söylem ve vasiyetleri olurken, şu an yanımızda olmamalarına ve 'Ardahan öyküsü' başlıklı yazıda anlatılanların neden ve sonuçlarıydı.
Evet, bu yazıyı okuduktan sonra önümüzde ki pazar günü yani 8 Mart Kadınlar Gününü Ardahanlı kadınlarla birlikte kutlayacağımız programın hazırlıkları telaşıyla uydu üzerinde yayın yapan ulusal tv'de canlı olarak sunduğumuz GAZETECİLERLE GÜNDEM adlı programımıza geçen hafta telefonla katılıp, ekonomik olarak kurtuluşunun yolunun hayvancılık olduğunu söylediği memleketim Ardahan'ın vatan topraklarına katılışının 104. yıl dönümünü kutlayan Ardahan Ticaret ve Sanayi Odasını kuran ve şu an Ziraat Odası Başkanı olan diğer bir baba dostu olan Latifşah Sural'ı arayıp, iyi olup olmadığını bir kez daha soruyordum.
Çünkü tırnağı kanayanın çevre hastanelere sevk edildiği memleketim Ardahan'daki bir çokları gibi rahatsız olduğundan dolayı şu an benimde içinde bulunduğum İstanbul'a gelip, hastane, hastane dolaştığını biliyor ve son durumunu öğrenmeye çalışıyordum..
Ve başta sağlık olmak üzere eğitim, ekonomik, sosyal, kültürel olarak devletinden, ulusalda vekil, yerelde başkan, meclis üyesi hatta muhtar olarak seçtiklerinden bekleneni alamayıp aradığını başka kentlerde bulmaya çalışan insanlardan biri olan Turgut Sarıçam gibi hemşerilerim ve diğer insanların terk etmek zorunda kaldığı ata dede yurdunun, bacalarının tütmemesinin diğer bir nedeni olan biten hayvancılığı ve onlara bakan çoban sorununu anlatan 'Kısa bir Ardahan öyküsü' başlıklı yazını okuyup, altına bıraktığım mesajımı, birde siz okurlarımın yorumuna bırakmak için bugünkü köşeme aldım.
Çünkü benim için olduğu gibi partiler içinde önemli bir gün olan Salı günleri mecliste yapılan grup toplantılarına ve Bahçeli ile 'Daha barış halayı çekeceğiz..' diyen Sırrı Süreyya Önderleri anlatırken asıl konuları, sorunları anlattığı, yazdığı, söyledikleri için gazetecilerin mahkeme kapılarından ayrılmadığı bir zamanda yaşanan karanlık atmosferden uzaklaşıp, bugünkü yazımı ulusaldan uzak tutup, yerele bırakmayı daha uygun buldum.
Evet, koyunların da çok tartışıldığı ülkede 'İnek güler mi?' başlıklı bugünkü yazımı toparlayıp, 'Abi gazete baskıya girecek yazını atar mısın' baskısıyla bastıran Baran'a, Ardahan'ı her gün yazan gazeteye Anadolu Haber adlı gazetemize yollamaya hazırlanırken gazetelerimizin manşetlerinin ekranlarında sıkça yer aldığı Halk TV'nin Genel Yayın Yönetmeni Suat Toktaş' ve meslektaşlarımızın serbest kaldıklarını öğrenip, darısı geçen günlerde safra kesesini aldıran eşim gibi hastalanan eşi, başak hanımın başındayken kalp rahatsızlığı geçiren Bahçeli ile görüşen Demirtaş ve diğer siyasilerin, gazetecilerin, aydınların, iş insanlarının ve güçlü bir genel af ile tüm ülkeye diye mırıldıyordum..
Ve bugünkü yazımı önce 'Kısa Bir Ardahan Öyküsü' başlıklı Turgut Sarıçam'ın anlattığı gerçekleri anlatan yazıya sonra da benim sabahın ilk yazısı olarak o yazıya bıraktığım yoruma bıraktım..
İşte Sarıçam'ın o yazısı ve benim altına bıraktığım benim yorumum..
KISA BIR ARDAHAN ÖYKÜSÜ
Yıllar 1950, Ardahan, Bağdat köyü, rahmetlik babam ve onun amca oğlu Muktet amca tahminen 15 yaşlarında.
İkisi de bir sonbahar ayında kendi hayvanlarını alarak dağda otlatmaya götürürler.
Önlerinde yaklaşık 40'a yakın büyükbaş hayvan vardır.
Tekçam dediğimiz bölgeye gelirler hayvanları bir derenin yamacında otlarken kendileri de kuytu bir yer bularak, soğuktan ve rüzgardan korunmaya çalışırlar. Sırtlarını da büyük bir kayaya vermişler, arada bir göz ucuyla kafalarını çıkararak hayvanları takip ederler.
Bu arada bir kurt hayvanların içine giriyor, ama bunlar göremiyor. Kurt hayvanın birini gözüne kestirmiş artık ona saldıracağı sırada hayvan da kurdu boynuz darbesiyle savurmak istiyor, o anda kurt hayvanın üst dudağını ısırıp koparıyor.
Orada hayvan can havliyle bağırıyor, diğer hayvanlarında hareketlenmesiyle kurt korkup kaçıyor.
Rahmetli Muktet amca hayvanlardaki bu hareketliliği işitince kayanın dibinden kalkıyor
Başını hayvanlara doğru çeviriyor, kendilerine ait bir inek dişleri açıkta kendisine bakıyor.
Muktet amca hem korkuyor, hem şaşırıyor. Rahmetlik babama sesleniyor:
Ola Hayrettin hele baksana bizim inek bana gülüyor.
Babam da şaşırıyor:
Ola Ne diyorsun Muktet, inek güler mi?
Vallahi gülüyor, hele gel de bir bak.
Babam da kalkıyor hayvanlara bakıyor, gerçekten onun dediği inek dişlerini göstererek gülüyor.
İkisi birlikte iyice hayvana yaklaşıyorlar, yer de kan izlerini görüyorlar. Anlıyorlar ki kurt saldırmış hayvanın üst dudağını koparmış dişler meydana çıkmış.
Eskiden herkes kendi hayvanının çobanlığını yaparmış. İkisini de Allah rahmet eylesin. Şimdi de diyorlar ki, köyler de Çoban bulunmuyor. T.Sarıçam
Ve o öyküye benim yorumum..
Merhaba Turgut abi..
Bu güzel anlatımına hem güldüm hem de üzüldüm abi..
Gülmemin nedeni..
Rahmetli babam bize kızdığında hep anlatırdı..
'Başta düz Ardahan olarak bilinen bölgedeki köylüler olmak üzere Analarımızın biz salak çocuklarına çobanlık yaptırdığında Koyunlarının kulağına Mavi boncuklu küpe takarlardı..' derdi.. Çünkü 'kızım sana diyorum, gelinim sen duy..' örneğiyle biz çocuklarının koyunlarını tanımayacak kadar salak olmamasını isterdi.. Yani bizim akıl edemediklerimizi, unuttuklarımızı, dostlarımızı isim, isim, sülale, sülale niye hafızalarımızda tutup, tanımadığımızı anlatmak isterken salaklığımızı nazikçe yüzümüze söylerdi..
Üzüldüğüm taraf ise Meliha hanım ve benim gibi diğer yorum yapan hepimizin o güzelim hazinenin değerini anlamayıp, batıda ki adına GÜVENLİKÇİ denen fabrika bekçiliği için zorla değil, kendi keyfi kararımızı için GÖÇ ettik.. Ve bugün de kendi hatamızı değilmiş gibi 'Ardahan, hayvancılıkta Türkiye ihtiyacını karşılayabilecek bir ilken, hayvan eti ve hayvan ithal ediyoruz. Oysa bizim yörenin eti çok lezzetlidir. Ankara'da yediğimiz etlerin tadı yok. İktidar, halkımızı hayvancılığa teşvik edebilse, et ithal etmek zorunda kalmayız. ' deriz..
Peki sormaz mı bugünkü veya dünkü yada gelecekteki iktidarlar..
'Sen sahip çıkmıyorsan benim de çok umurumda.., Sen model olarak Hollanda'yı örnek gösterirken yıllarca ve hala ÇÜRÜK GONTLARIN üzerine serilmiş TAŞ SALLAR'ın örttüğü ve az 3 metre kalınlığındaki KARA TOPRAĞIN altında, hayvancılık yaparsan İşte bu ve buna benzer nedenler ile bende Ardahan'dan daha yoksul ülkelerde hem de 'Ardahan'ı hayvancılığı kurtaracağım..' diyerek, seçimden seçime ellerine aldıkları çantalar ile Ardahan'a, sana gelerek bedavadan Vekil olan KAYAlara ANGUS getirtirim..' demez mi?
Kısacası abi 83 İneğin sahibi, mandırası olan, bir çok fabrika gibi özelleştirilen Cam fabrikası ile, en son olarak tutuklanan belediye başkanı ile hatırlayın denen Beykoz Şişe Cam Fabrikasında özel yaptırdığı cam şişe şu an yok denecek kadar azaltılan Askeri birliklere süt ve yoğurt veren bir ailenin çocuğu, Muhtar fezonun oğlu olarak terk ettiğimiz köyümüzü, sürümüzü basacak bir Kurt bile bulamadığımıza o günleri özleyerek yanarım..
Çünkü senin anlattığın yaşanmışlıkta dudağı kopmuş olan o ineği koruyamayan o mavi boncuklu ile bizlerin suçudur..
Ve burada 'VAĞ TOPRAĞ BAŞINA..' dediğim Meliha hanıma başta olmak üzere 'hepimizin başının o toprağ' diyerek alışkanlık haline getirdiğimiz suçu başkasına atma kolaycılığını artık bırakmalıyız derim..
Bunun en bariz örneği de 22 yıldır iktidarda olan ve bu gidişle bir dönem daha iktidar olacaklara kızarken 'Peki oyu kim verdi, veriyor?' diye sorduğumuzda hemen hepimizin 'Ben vermedim' dedikten sonra kimimiz ilk dönemde, kimimiz barış sürecinde, kimimiz Askeri vesayet kalkıyor denildiğin de, kimimiz ise; 'Ben o partiye değil, onun adayı akrabamdı, dostumdu ondan oy verdim' derken o güzelim köylerde hayvancılık yaparak mutlu, huzurlu, trafiksiz, enflasyonsuz, kap, kaçsız, kirasız, asgari ücretsiz yıllarımız gibi 22 yılı geride bıraktığımızı neden anlamayız be abi.. Fakir Yılmaz/Gazeteci www.kuzeyanadolugazetesi.com